Vatan bende gariptir ben vatanda garibim Ruhen uzak kalmışım gerçi cismen karibim Ben içinde o bende zevkini ben sormadım Eller aldı dadını buldu böyle gurbet görmedim
Kucağımda yad eller buluyorken lezzeti Yatar benim kalbimde onun hüzün ve hasreti Ey dedelerden miras vefasız yurdum Sana artık sevgimin söndüğünü duyurdum
Sen bana yar olmadın ben de senden ırağım Artık benim yurdum değildir bağım, dağım, çırağım
(6 Şubat 1960)
Âkif denilince koca bir heykel-i irfân
Bir âbide, güyâ ki oyulmuş kayalardan Kalbinde kudurmuş gibi volkan Rûhunda köpürmüş gibi tûfân Her nâlesi bir sâikadır Arş-ı Hudâ’ya Her âhı birer bârikadır arz u semâya Seller gibi sahrâlara, dünyalara erzân Volkan gibi bir âteş-i sûzân u fürûzân Eyler koca bir âbide-i şi‘r ü şehâmet Bir ümmete bir rehber-i irfân u hamâset Heycân veriyor kalbe o üslûb-i selîsin Rûhlarda kasırga yapıyor şi‘r-i nefîsin Mûnisti bütün hislere, mâtemlere mûnis Bir ma‘kes-i rennân idi üslûb-i enîsin Taht-ı edebin yüksek idi şâhikalardan İlhâmına fer almış idin bârikalardan Kalbinse ateşlenmiş idi sâikalardan
Tab‘ın yaratılmıştı bütün hârikalardan
Hep fecr-i bahar, ebr-i seher, kavs-i kuzahlar Elvânını sundu sana ey hâme-i sehhâr Sen hilkatı hilkat gibi tasvîr ediyordun Yetmez mi idi sanki ya o hilkat-ı Cebbâr Sen hâme-i tasvîrini mehtâba batırdın Nurlarla yazıp fıtratı şi‘rinde yatırdın
Her mâteme, her nâleye şehbâlini gerdin Âlemleri sen meşher-i eş‘ârına serdin Ma‘sûmların elhânını şi‘rinle duyurdun
Sen ağladın, efgânını dünyaya duyurdun Mazlûmlara dil oldu o feryâd-ı mehîbin Ruhlarda bütün çağladı sen her ne buyurdun (7 Şubat 1956)
Denizde hayvanlar kendi cinsinden Karada insanlar kendi cinsinden
Zayıfı boğarlar yaşamak için Hikmet-i Aristo felsefe-i Çin
Burada birleşmiş gücü alkışlar Hak nedir acaba böyle şey mi var
Dikilen heykeller birkaç dağ taşı İşleyip oyarak milyonla başı
Yiyen bir ejderha timsâlidir o Kan içen bir zulmün taş hâlidir o
Mazlumlar oyarlar yine o taşı Alçıyı yoğurur bunca göz yaşı
Taştan bir yüreği taştan dökerler Sonra gün gelir taşa dikerler
Yenenle yenilen âlemidir bu Yiyenle yenilen âlemidir bu
Güçlü bir zulmü hak durduramaz yok Bir açın hâlinden anlamaz hiç tok
Güçleri yıkacak yine güçtür güç Güçsüz bir varlığın yaşaması güç
Fakat bu felsefe doğru mu asla İnsanı hayvandan ayıran mana
Yine bu savaşı hak için yapsın Kuvvete tapmasın tek hakka tapsın
Kuvvetli ol fakat zayıfı ezmek Yadelin yurdunda dolaşıp gezmek
Kastiyle değil de zayıfa hizmet Kastiyle güç bulup hakka et hürmet
Hayat bir cidâlden dedin ibaret Düşün ki önce sen bir insan idin
Ot gibi it gibi savaşma doğrul İnsanlık zevkini insanlıkta bul
Yemek bir kanundur sen de ye fakat Düşün ki yemeğe muhtaçtır sakat
Kör zayıf topal aç o avare de Çare bul yaşasın o biçâre de
Bir güneş kâfidir bütün dünyaya Nûrunu nârınla dökme gayyâya
Bir kerre yetişir beşere vatan Nedir bu didişme ömre semm katan
Kaynaklar ırmaklar suya kandırır Savaştan volkanlar yakar yandırır
Savaşı şanlı bir sefer mi sandın Cılızı çiğnemek zafer mi sandın
Kuvveti hakka sen yalancı şahit Tutarak eğlenme zulm sana ait
Kuvveti hakka sen hizmetçi eyle İnsanlık icâbı değil mi böyle
Hayvandan nebattan farklı ol farklı Fark arada garplı ya şarklı.
(Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi 7, Suat Engüllü, Makedonya Türk Edebiyatı, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1997, s. 141-142)
Bir şâir-i mülhem idi Âkif, o büyük zât Âkif gibi üstâd-ı beyân geldi mi, heyhât Âdâb edebiyyât ile zıd addedilirken Feyzinle bunun zıddını sen eyledin ispât Şi‘r olmuş idi müşhir-i her fuhş-u fezâhat Şi‘rinde edeb buldu edepsiz edebiyyât Bir münbit-i şer olmuş idi hâk-ı belâgat
Bir tohm-i edeb zerk ederek eyledin inbât Türk şi‘rini, fen nazmını, âdâb-ı beyânı Âkif’le beraber alıyor âlem-i emvât Mefkûre-i İslâmı belâgatla kulûba
Telkîn edecek hâme bugün sustu mu heyhât Şi‘r ile şuuru o barıştırdı yegâne Âkif, o yüce şâir-i kahir, o büyük zât Bir menkıbe-i fahr u rehâ fikr u hayâtın Bir âbide-i şi‘r u şehâmet Safahât’ın Ümitlere rûh, rûhlara ümit veriyordu Coşkun kaleminden taşan ulvî nefehâtın Hassâs yüreğin âlem-i İslâm’a mekarrdı Bir cevhere-i rüşd u edepti kelimâtın
Âkif, seni takdîs edemez kavl u kalemler Timsâl-ı ilâhîsi idin azm u sebâtın Bîçârelerin derdine dermânını yazdın Nûrun ile esrârını yırttın zülûmâtın
Şi‘rin elimizde, dilimizde, dilimizde
Ey şâir-i mâhir!, nerede şanlı hayatın Ey neyyir-i lâmi‘ batıverdin mi nihâyet Lâkin ebedî sönmeyecektir leme‘âtın Öksüz kalarak ağlayacak hâme-i irfân Billâhi kıyâmet oluyor şi‘re memâtın Tasvîr-i fecâyi‘de yegâne kalemindi Tefhîm-i dekâikte sayılmaz hidemâtın Tahkîk-i hakâikte sözün söz idi Âkif A‘lây-ı meâlîde büyüktü hem memâtın Teshîr-i kulûb etti senin sihr u beyânın
Şi‘rin ile sihrinle yayıldı hikemâtın Bir mürdeyi ihyâ edecek mertebe kudret
Telkîn ediverdi o bülend-i rûh kelimâtın Kudsiyyet-i agrâz ile ulviyyet-i elfâz Mevlûd-i kemâlin idi şâhid nefehâtın Bir defter-i îmân ve meâlî Safahat’ın; Allah’ına ibrâz ediver, elde berâtın Ey hârikalar mübdi’-i zî kudreti şâir Dilbeste-i şi‘rin oluyor cümle meşâir Şi’rinle senin gûş u lisanlar mütezeyyin Feyzinle zuhûr eyledi en şanlı mezâhir Tasvîr-i menâzırda ne câzipti beyânın Öldün, ebedî şimdi yetim kaldı menâzır Ey rûh-i şebâb, ma‘şer-i âtî Safahâtı
Al kalbine tak, ondadır en tatlı mefâhir Bir kenz-i edeb, bâg-ı behâ, mushaf-ı hikmet
Suhfunda defîndir nice kiymetli cevâhir Ey murg-i hayâl ufk-i tehayyülde yorulma Gelmez bu gibi âleme bir şâir-i mâhir Âkif yüreğim savme‘a-i şi‘rine
Âkif
Takdîs edecek nâmını ahfâd u evâhır Kãnûn-i mübînindi senin Şer‘-i Muhammed Teblîğine hâdimdi hep o şi‘r-i muhalled Öldünse de, Âkif, ebedîsin, ebedîsin
Ahlâfın unutmaz seni, billâhi, müebbed Eş‘ârın eder fikrini âlemlere iş‘âr
Âsârın olur sayt-ı cihangîrine ma‘bed “Hassân” ile sen Cennet-i a‘lâ’da gezerken Tahsîn ediyor şi‘rini her şi‘r-i mümecced
Bir şâir-i Peygamber idi Hazret-i Hassân Peygamberimin Şer‘ine sen şi‘r-i mücerred Şi‘rin ile bir şîr-i beyâbân-ı beyândın
Nârefte yolun yolcusu bir şâir-i ecled
Rabbım seni hem-bezm-i cemâl eylesin, âmîn! Tavsîfine yetmez nice bin tane mücelled Ta‘lîk edecek sînesine şi‘rini ahfâd
Her hâfıza hıfz eyleyecektir ile’l-âbâd (30 Şevvâl 1355)